20 Haziran 2014

AK Parti'den AKP'ye, devleti dönüştürmekten devleti sahiplenmeye

Bugün AK Parti’nin izlediği siyasal söylem, toplumsal gerilim ve kutuplaşmayı besliyor

Osmanlı'dan Türkiye'ye geçiş, “kültürel kopuş”, “ideolojik süreklilik” temelinde oldu. İdeolojik süreklilik, devlet-toplum ilişkisinin Osmanlı’da var olan yöneten-yönetilen ilişkisinin devamı olarak tecelli etti.

Kültürel kopuş ise, imparatorluğun farklılıkları bir düzen içinde tutan millet sisteminin ortadan kaldırılması homojen toplum inşası ile oldu. İmparatorluğun çoğulculuğunun yerini, ulus-devletin kamusal alanda herkesi eşitleyen, tek tipleştirdiği vatandaşlık aldı.

 

Devlet ve onun ötekileri

 

Devleti kuranlar, kurdukları sistemin siyasal meşruiyetini ise tanımladıkları “Türk/laik” referanslı vatandaş kimliğine dayandırdılar.

Bu tanım dışında kalan ya da bu kültürel kimliği benimsemeyen herkes, yeni kurulan devletin ötekisi oldu. Kürtler, muhafazakârlar, Aleviler başta olmak üzere kendi kültürel ve dinsel kimliklerini muhafaza etmek isteyenler, kamusal alanın dışına itildiler.

 

Türkiye: Toplum değil cemaatler toplamı

 

Bu sistem, özünde yöneten-yönetilen ilişkisinin keskin biçimde devam etmesi ile ayakta kaldı. Otoriter zihniyete dayanan bu sistem, Türkiye’nin evrensel ölçülerde toplum olmasına da izin vermedi. Bunun için Türkiye, referansı farklı farklı olsa da dinsel, kültürel, kimliksel cemaatlerin birlikte değil yan yana yaşadıkları bir ülke oldu. Ve bu cemaatlerin en üstünde ise meşruiyetini devletten, askeri ve sivil bürokrasiden alan Türk/laik cemaat olmuştur.

Devlet, gerek tek parti döneminde gerekse çok partili hayatta hükümet/ler tarafından değil askeri ve sivil bürokrasi vesayetiyle yönetildi. Hükümetler bir anlamda belediye hizmetlerine bakarken, temel sorunları devlet kendi inisiyatifine aldı. Bu sistemi ayakta tutan ise devletin imkanları ile yaratılan rantın, hükümetler üzerinden sistemi destekleyen, medya, iş dünyası, STK’lara dağıtılmasına dayanan devletçilikle oldu.

 

Bir toplumsallaşma denemesi

 

1980’lerle birlikte devletin ötekileri arasında sivil toplum alanında kurulan iletişim kanalları devletin meşru saydığı kamusal alanının dışında yeni bir kamusallık üretmeye başladı. Devlete, rejime mesafe alan laik kesimden,  muhafazakârlardan, Kürtlerden ve Alevilerden kanaat önderleri, akademisyenler ve  aydınların farklı platformlarda bir araya gelmesi, birbirlerini tanıması, birlikte yaşama, ortak bir siyasal tasavvur inşa etme konusunda epey mesafe alınmasını sağladı.Başta Kürt sorunu olmak üzere, başörtüsü, Alevilik, laiklik, farklılıkları ile birlikte yaşama gibi temel sorunlar bu yeni kamusal alanda tartışılmıştır.

Bu süreçte önce 1994’te, devletin yasaklı çocuklarından biri olan muhafazakâr RP’nin yerel ve genel seçimlerde iktidar olması, nihayet 2002’de aynı kültürel kimlikten gelen AK Parti’nin iktidarı ile son yıllara kadar; muhafazakârların kamusal görünürlüğü, toplumsal barış, farklılıkların birarda yaşaması kısaca Türkiye’nin temel sorunlarının tartışılması yolunda hayli mesafe alınmasına yol açtı.

Başörtüsünün siyasal sorun olmaktan çıkması, Kürt sorununun, Aleviliğin kamusal alanda tartışılıyor olması bu açıdan önemlidir. Bu süreç, cemaatler toplumundan toplumsallaşmaya bir adımdı.

 

Tek partinin yeniden doğuşu

 

Bu olumlu tablo ne yazık ki, son yıllarda terse döndü. AK Parti’nin Ortadoğu’da demokrasi standartlarının yükseltmesini üzerinden değil mezhep/kimlik kardeşliği üzerinden model olma arayışı, önce Mısır’da sonra Suriye’de ve son olarak da Irak’ta çöktü.

Bu sonuç, Türkiye’yi sadece uluslararası alanda yalnızlaştırmadı, içerde de AK Parti’nin temsil ettiği kültürel kimliğin içe kapanmasına, daralmasına ve giderek yalnızlaşmasına yol açtı. Hatta bu yalnızlık muhafazakâr kesim de kendi içinde bölmüş ve AK Partililik kimliği iktidarın tek meşru referansı olmuştur.  AK Partililer dışında herkes öteki olmuştur. Laik kesim başta olmak üzere Alevilere, Gülen cemaatine ve farklı dinsel cemaatlere aldığı mesafenin arkasında sadece partinin kendini koruma isteği değil şikayet ettikleri devleti ele geçirdiği zannı da var.

1980’lerden bu yana kamusal alanda farklı kesimlerin birlikte yaşama iradesi, toplumsal barış konusunda elde edilen kazanımlar, AK Parti’nin izlediği bu kimlik siyaseti neredeyse yok oldu. laik ve muhafazakâr kesim arasında birlikte yaşama yolunda alınan mesafe kayboldu. Türklerle Kürtler arasında mesafe yeniden açıldı. Aleviler muhafazakâr kesime artık daha şüpheyle bakmaya başladı. Kısaca herkes iyi bildiği şeye yani kendi cemaati içinde yaşamaya zorlandı.

 

AK Parti’nin ‘tek parti’ye dönüşmesi

 

Bugün AK Parti’nin izlediği siyasal söylem, toplumsal gerilim ve kutuplaşmayı besliyor. AK Parti bunu iradi olarak yapıyor. Çünkü AK Parti artık kendini devlet görüyor.

Ve tek parti CHP’sinin toplumu modernleştirme adına tepeden başlattığı dönüşümü; AK Parti 90 yıl aradan sonra aynı yöntemle kendi vatandaşlık kimliğini dayatıp, toplumu muhufazakârlaştırmayı hedefliyor. Eğtimden sanata, özel hayattan yaşam tarzına, kültürel değerlerden toplumsal değerlere kendi ideallerini topluma dayatıyor.

Bu, laik tek parti anlayışının yerine 90 yıl sonra muhafazakâr tek parti olarak hayata geçirilme çabasıdır.

Bu, AK Parti’nin AKP’ye, devleti dönüştürmekten devleti sahiplenmeye dönüşmesidir.

@murataksoy

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bu Cumartesi annelerimizi yalnız bırakmayalım

Cumartesi anneleri 500 haftadır kayıplarını arıyor, 500 haftadır adalet arıyor olacaklar...

Erdoğan ve Öcalan pragmatizminin sonu

Son konuşulan yol haritası Kürt sorununun hiç olmazsa seçimlere kadar yönetmeyi hedefleyen zaman kazanma taktiğidir

Siyasetin yeni aracı: Sivil İtaatsizlik

Sokak ve meydanlardaki protestolar da siyasetin bir yoludur. Hep de öyle olmuştur.